Su Hikayeleri
Suyun Kronolojik Yolculuğu
Barbaros’ta Suyun Geçmiş Yaşantısı
Kuyu Yapımı
Su, Barbaros’ta kuyularla var olmuş ve kuyular da insanlarla. İlk kuyu ne zaman yapılmış bilinmez Barbaros’a ama köyün en eski sakinlerindenmiş yüzyıllardır köyü bekleyen…. En eskisi hangisi bilinmese de, kuyuların hikayeleri, isimleri nesillerce aktarılmış. Yıllar içinde bazıları bozulur, yıkılırmış; gücü olan onarır ayağa kaldırırmış yeniden. Birinin eline para geçti mi hayırdır diye ya kuyu kazdırmış ya da bir kuyunun ağzını yaptırırmış. Herkesin harcı değil kuyuya girmek, tehlikeli bir iş, dikkat ve ustalık gerektirir; evvela su tutan uygun bir yer bulunup kazmaya başlanırmış. Derinlik, boyu geçmeye başlayınca kuyunun ağzına ahşap bir çıkrık kurulup çıkan toprak çekilerek yukarı yollanırmış. “Vira!” denirse çıkrık iner, “Mayna!” denirse dururmuş. Kazma işi bitti mi taşlaması başlarmış, uygun taşlar bulunup toplanır yine çıkrıkla yukarıdan aşağıya yollanırmış. Kuyuların dibi geniş armut gibi, taşlar döşenmeye dipten başlanır ağza doğru ise daralırmış. Taşlar öyle seçilir, öyle koyulur ki hepsi birbirine kenetlenir, aralarında bir harç olmazmış. Yerle bir olduğunda taşlama işi biter, istenirse daha büyük taşlarla ve çeşitli harçlarla kuyu başı yapılırmış.
Kuyubaşlarında olmazsa olmaz ‘hayvan haşatın’ su içmesi için bir yalak bir de kuyubaşını inşa edenlerin kısacık imzası, çünkü suya dair ne yapılırsa bir hayır işiymiş Barbaros’ta… Kuyular herkesinmiş ve her şeymiş, kullanıldıkça yaşamaya devam ederlermiş.
Kuyudan Su Getirme
Barbaros’ta su gelirden değil rahmettenmiş. Ne kadar yağarsa su gökten ve ne kadarını tutabilirlerse toprak, o kadarmış. Bu Ova’da yaşayanlar yüzyıllarca yaşadıkları bölgede suyu tutmanın yöntemlerini aramış ve bu yöntemleri kullanmışlar. Bunlardan biri de kuyularmış. Kuyu dedik mi de altından su gelmezmiş birkaç gözlü kuyu dışında. Kışın yağmur suları ne kadar dolarsa o kadarmış kullanılacak su. Kuyular çeşitli yerlerde olurmuş. Yağmurlar kesildikten sonra kuyu imiş tek su kaynağı. Evvela köy içi, yakın kuyular kullanılır, onlar tükendikçe daha uzaktaki, ovadaki kuyulara gidilirmiş. Eşeklere bağlanan iki kırçakla düşülürmüş ova yoluna. Kuyu kenarına varıldı mı bir kova yardımıyla kırçaklar doldurulur, yolda giderken su sallanıp dökülmesin diye portluk çalıları koyulurmuş içlerine. Kırçaklar doldu mu dönüş yoluna geçilir varılırmış evlere..
Çamaşır Yıkama
Barbaros’ta, yaz olup da kış derelerinin suyu kesildi mi çamaşıra kuyu başlarına gidilirmiş. Eşekte kazan, ellerde tokaç, kovada tüm kış biriktirilen küller, keletirde çamaşırlar… Kuyuya varıldı mı ilkin kuyudan su çekilip kazanda kaynatılır, çamaşırlar ıslanır ve bir bez içine koyulurmuş. Sonra, bogata yapılır yani çamaşırların üzerine kül yayılır ve kaynayan su dökülürmüş. Bogatadan çıkan çamaşırlar bir geniş taşa alınıp sabunlanır, tokaçla iyice dövülür ki tüm kirler aksın gitsin. Biraz temiz suyla da durulandılar mı tertemiz olurlarmış. Islak taşımak zor olur, yaz sıcağında kurusunlar diye etraftaki çalılara asılırmış. Onlar kuruya dururken çalılıların arasına girip iki tas su da kendilerine dökerler, arınır, temizlenir, eve hiç kir getirmezlermiş. Banyo da bitti mi toplanıp çamaşırlar, düşülürmüş evin yoluna.
Kuyuda Kına Yıkama
Barbaros’ta kına gecelerinde bir kına tepsisi hazırlanır, ortaya kına konur etrafına da ayak lokumu kurabiyeleri dizilirmiş. Gece boyu kadınlar eğlenir ertesi günü sabahtan, damat gelinin yanına gider, eş dost da onlara katılır, varılırmış bir kuyunun başına, kına yıkamaya. Davullu zurnalı bu kına yıkama töreninde suyu kuyudan damat çekermiş, gelin de avucuna dökülen sudan törene katılan bekârlara içirirmiş, damat ise bereketi taşırmak niyetiyle törene katılan ahaliye su serpermiş. Kına yıkandıktan sonra geline bir bozuk para verilir ve gelin bu parayı bir taşla kullanılmaz hâle gelinceye kadar döver sonra da kuyuya atarmış. Bu gelenek bugün hala yaşamakta.
Munarbaşında Ot Yıkama
Sonbaharda yağmurların gelmesiyle suya doyan topraktan Karasu (kış dereleri) başlarmış akmaya ve köyün dere yataklarına karışmaya. Eski zamanlarda bugünkü köy meydanını tam ortadan ikiye bölen bir dere bulunurmuş; bugün gözle göremediğimiz bu derenin üstü 80’li yıllarda kapatılmış. “Munarbaşı” olarak anılan yer ise işte bu kış deresinin başındaymış; etrafında üç de kuyu bulunan bu dere başı, ot yıkama ve temizlik işleri için her daim kadınları bir araya getiren bir su kaynağıymış. Kış derelerinin akmasıyla kuyu başı yerine Munarbaşına gidilirmiş ihtiyaçlar giderilmeye, su kesildiğindeyse Munarbaşı (Pınarbaşı) kuyularına daldırılan kovalarla iş görülürmüş. Dağlardan, ovalardan toplanan yabani otlar orada yıkanır etrafında sohbetler edilir kimi zaman da uzaklara taşınamayan kilimleri temizlemenin çaresi Munarbaşı olurmuş. Bugün halâ kuyularının yanında küçük taştan oyulmuş havuzcuk bize Karasu’nun patladığını haber veriyor.
Epçecik ( Yağmur Dua’sı)
Anadolu’nun birçok yöresinde olduğu gibi, yağmur duası geleneğinin yakın geçmişe kadar Barbaros Köyü’nde de uygulandığı söylenir.
‘Epçeciğin’ beklenen rahmet suyu, ancak, bu töreni çocuklar gerçekleştirirse ve ‘suyun hakkı ödenirse’ akarmış. Kuraklık zamanlarında, yağışlar kıt oldu mu ya büyükler söyleyiverirmiş çocuklara “Haydin Epçeciğe çıkın!” diye ya da gençler kendi aralarında kararlayıp -kimi zaman gündüz, kimi zaman gece- sokağa çıkar bu beyiti dillerine dolarlarmış:
“Ep, ep, epçecik, epçecikten ne gelir, bir kaşıcık su gelir, teknede hamur, bahçede çamur, ver Allah’ım sulu sulu hayırlı yağmur!”
Bir kafile olarak yürümeye başlamadan önce grubun başındaki çocuğun–çoğunlukla erkeklerden- kıyafetlerine bir şeyler takıştırır, bazı kıyafetlerini ters giydirir, onu önde yürütürlermiş. Dillerine doladıkları tekerleme ile köyün tüm sokaklarını dolaşır, hanelere tek tek varır ‘suyun hakkını’ dilerlermiş. Hanedeki kişiler çocuklara, evde bulunan ekmek, yumurta gibi erzaklardan vermeliymiş ve illa ki epçeciğe çıkan kafileye bir kepçe olsun su serpilirmiş; bazen hanedekiler çocukları kovayla kovalarlarmış. Çocuklar, topladıkları öteberiyi beraberce pişirip yermiş ancak o zaman yağmur yağacağına inanılırmış.